EN

Beyin Göçü Markalara da Dert Olmalı!

Yazıyı Linkedin'de görüntülemek ve haftalık yayınlanan bültenimize abone olmak için tıklayın.

Türkiye ekonomik olarak epey zor bir dönemden geçiyor. Bugünlerde zorluğun derecesi iyice artmış olsa da, bu aslında yeni başlamış bir süreç değil. Yıllardır ağırlaşan koşulların yarattığı en ‘tehlikeli’ neticelerden biri ise, kendisine burada artık bir gelecek göremeyen, umudunu kaybeden yetişmiş insan kaynağımızın ülkeyi terk etmesi…

Son dönemde sık sık, özellikle Batı ülkelerine yönelmiş büyük çaplı mesleki göçe ilişkin haber ve yorumlara rastlıyoruz. Bunlara şimdilerde, farklı sektörlerdeki şirketlerden yükselen nitelikli eleman bulamama şikayetleri de eklenmeye başladı. Öyle görünüyor ki, yaşanan kaybın can yakmaya başladığı noktaya ulaşmış bulunuyoruz.

Olumsuz gidişatın durması veya olumluya dönmesi için elde veya ufukta pek neden olmadığı gi̇bi̇, işin daha da kötüye gidebileceğine ilişkin kaygılar artıyor. Yaşananlara tarihsel perspektiften bakan bazı yorumcular, göçün bu şekilde devam etmesi durumunda içine düşeceğimiz mesleki vasatlığın geri dönülmez noktalara varabileceğine ilişkin kara senaryolar çiziyorlar.

Ülkemizi aşılması zor bir yetenek çoraklığına hapsedecek bir kuşak kaybıyla karşı karşıyayız ve belki de bundan daha önemli bir meselemiz yok. Bu hayati meselede, karanlık bir manzara arz eden ‘büyük resmi’ bir an önce görmek ve gerekli inisiyatifi alarak gidişatı değiştirmek herkesten önce siyasi otoriteye düşüyor elbette ancak markalar dünyası da elini taşın altına koymalı, sorumluluk almalı, ‘Biz de buradayız!’ demeli.

Son dönemde yapılan hemen hemen tüm marka trend analizlerinde, kurumsal sosyal sorumluluğun (KSS) önem ve işlevinin gittikçe arttığına ilişkin değerlendirmelere rastlıyoruz. Özellikle pandemi döneminde ve ardından gelen zorlu ekonomi yıllarında insanlar, markalardan kendilerine, topluma, ülkeye ve dünyaya karşı daha müşfik ve kollayıcı roller üstlenmelerini bekliyor, hatta talep ediyor.

KSS eskiden de önemliydi ancak içinde bulunduğumuz yeni konjonktürde tüm şirketler ve markalar için sine qua non bir şarta dönüşmüş durumda. KSS bağlamında ise sürdürülebilirlik, çevre/ekosistem hassasiyeti, iş hayatında her türlü ayrımcılıkla mücadele, dezavantajlı kesimlerin desteklenmesi, etik ve hayırseverlik gi̇bi̇, hepsi de çok önemli ancak fazlasıyla tüketilmiş temalar ön plana çıkıyor.

Markaların büyük kısmı, bu temaları bir çeşit ‘konfor alanı’ olarak telakki ediyor ve bunların dışına pek çıkmamayı tercih ediyor. Bu nedenle uğraşılması gereken pek çok önemli mesele dikkatlerden kaçıp hiç gündeme gelmezken, markaların KSS konusunda farklılaşma imkanları da ortadan kalkıyor.

Oysa, Türkiye gibi kendine has ekonomik ve sosyal meselleri olan bir ülkede faaliyet gösteren markalardan, tam da bu ihmal edilmiş ancak önemli meselelere odaklanmaları beklenir. Bu beklentiye cevap veren markalar ise, alkış ve takdiri fazlasıyla hak ettikleri gi̇bi̇ alırlar da. Bu noktada, sözgelimi Koç Holdi̇ng’in Milli Eğitim Bakanlığı ile işbirliği içinde 2006 yılında başlattığı ‘Meslek Lisesi Memleket Meselesi’ kampanyasının gördüğü ilgi ve takdiri hatırlatmak, ne demek istediğimizi çok daha açık bir şekilde ortaya koyacaktır.

Veya şöyle diyelim: Rakipleriniz de dahil olmak üzere hemen tüm markaların hücum ettiği, dolayısıyla harcıalemleşmiş ve fazlasıyla tüketilmiş temalar yerine, memleketin kanayan yarasına dönüşmüş spesifik meselelere odaklanmak, yürütülen kampanyaların marjinal toplumsal faydasını maksimum düzeye çıkardığı gibi, yüklenici markanın hedef kitlesi nezdinde parlak bir sempati halesi edinmesini de sağlıyor.

Açıkça söyleyelim: Artık Türkiye’nin ‘gerçek’ beka sorunlarının başında yer alan ‘beyin göçü’ veya ‘mesleki exodus’ konusunda sorumluluk ve inisiyatif alacak büyük küçük tüm markaları, ülke insanlarının zihninde ve gönlünde silinmeyecek izler bırakma fırsatı bekliyor.

Peki bu iş nasıl başarılacak, bu sorumluluğun gereği nasıl yerine getirilecek? Bu konuda, her şirketin kendine özgü koşullara sahip olması itibariyle, herkese uyacak formüller bulmak güç, ancak genel bir bakış açısıyla sözgelimi şunlar yapılabilir…

  • Şirketler, insan kaynakları departmanları çerçevesinde, yeteneklerin keşfedilmesi ve elde tutulmasına odaklanmış ‘özel görev üniteleri’ oluşturabilir. Böylece kaybedilmemesi gereken yetenekler, maddi ve manevi anlamda daha çok tatmin ve mutlu edecek koşullar sağlanabilir.
  • Yüksek katma değer yaratan çalışanlara, ücret dışında hisse ve kâr payı gi̇bi̇ seçenekler sunulabilir (bu alanda özellikle teknoloji şirketlerinden öğrenilecek çok şey var.)
  • Yetenekli ve hevesli çalışanların kendi geliştirdikleri ve başarıya ulaştırdıkları projelerden artı kazanç elde etmeleri sağlanabilir.
  • Özellikle holdingler ve büyük şirketler, bünyelerinde yer alan ‘kurumsal risk sermayesi şirketleri’ ile, çalışanları arasındaki ‘girişimci yeteneklere’ destek verebilir, bu yolla yaptığı işi dönüştürüp geleceğe taşımanın yollarını da arayabilir.
  • Kurumsal risk sermayesi şirketleri aynı zamanda, dikkatlerini teknoparklar ve diğer girişimci hub’larına yoğunlaştırılmalı, buralarda inovasyon peşinde koşan yeni yetenekleri desteklemek üzere her zamankinden daha cesur ve cömert davranmalı.
  • Nihayet bir şekilde ülkeden gitmiş ve mesleğini dünyanın başka yerlerinde icra eden yeteneklerle bağlar tümüyle koparılmamalı. Özellikle serbest çalışma düzeni içinde çalışan yeteneklerden uzaktan da olsa istifade etmenin yolları bulunmalı. Bir gün yurda dönüş yapmayı düşünebilecek bu yüksek potansiyelli insanlar, kaybedilmemelidir.

Düşünülebilecek ve yapılabilecek daha pek çok şey olabilir. Biz son kez alarmları çalarak tamamlayalım: Bu -belki de- son şans elden kaçmamalı çünkü geleceğimiz akın akın ülkeden kaçıyor.

Lorbi PR Altunizade Mah. Nuhkuyusu Cad., Güllübahçe Sok. Özeller İş Merkezi, No: 17/7 Kat: 3 Üsküdar / İstanbul Lorbi PR
  • Facebook
  • Twitter
  • Flickr
  • Youtube
  • Instagram
  • Linkedin
Lorbi PR
Tel. 0216 343 4546 info@lorbi.com
IDA ICCO
Derinev Kurumsal İletişim Danışmanlığı