EN

Lumiére Biraderlerden ‘Sinematografik’ Bir İletişim Dersi

Yazıyı Linkedin'de görüntülemek ve haftalık yayınlanan bültenimize abone olmak için tıklayın.

Louis ve Auguste Lumiére biraderler, sinemanın mucidi diye bilinir ve öyle anılır. Fotoğraf donanımları üretip satan bir aileye mensup olan Fransız kardeşler, hem film çekmeye hem de çekilen filmleri yansıtmaya imkan sağlayan ‘sinematograf’ adında bir alet geliştirerek sinema endüstrisinin teknik altyapısını oluşturmakla kalmadılar, aynı zamanda sayısız film de çekerek büyülü fenerin yaygınlaşıp tutunmasına büyük katkı sağladılar.
Oysa sinemayı veya teknik tarifi ile ‘hareketli görüntüyü’ ilk icat edenler Lumiére biraderler değildi. Onların çığır açan çalışmalarından önce yapılmış çeşitli öncü çalışmalar mevcuttu.
Sözgelimi 1878 yılında bir ‘bahis’ üzerine çekilen 12 karelik The Horse in Motion (Hareket Halindeki At) adlı ‘film’, sinemanın olmasa bile hareketli görüntünün icadı olarak kayıtlara çoktan geçmişti. Hikayeye göre, bir dönem California valiliği de yapmış olan işadamı ve politikacı Leland Stanford (kendisi aynı zamanda şu anda dünyanın en önemli üniversitelerinden biri olan Stanford’un da kurucusudur), atların dört nala koşarken dört ayaklarının birden yerden kesildiği anlar olduğunu, ancak bu anların çıplak gözle görülemediğini iddia ederek 25 bin dolarlık bir bahse tutuşmuştur. Muarızları ise, atların dört ayağın dördünün birden hiçbir zaman yerden kesilmediğini, en azından bir ayağın yerde kaldığını söylemektedir. 
 
 
Tutkulu ve inatçı kişiliği ile tanınan Leland, iddiasını kanıtlaması için, o sıralar yanında çalışmakta olan fotoğrafçı Eadweard Muybridge’i görevlendirdi. Adıyla, huyuyla kendine has bir karakter olan Muybridge böylece, 1872’den itibaren yoğun ve zahmetli bir ‘ispat’ işine girişti. Yıllarca sayısız deneme yaptıktan ve bahse girilen paranın iki katı kadar harcama yaptıktan sonra, nihayet 1878’de Stanford’un iddiasını kanıtlamayı başardı.
Muybridge, ispatını basına ve muhataplarına sunmak üzere, o yılın Haziran ayında, günümüzde Stanford Üniversitesinin kampüsü olan Leland Stanford’ın Palo Alto’daki hayvan çiftliğindeki yarış pistinin üzerine bir düzenek kurdu. Pistin kenarına belirli aralıklarla dizilmiş 12 fotoğraf makinesi yerleştirildi, bunlara takılan teller gerilerek piste uzatıldı, ardından Stanford’a ait yarış atlarından biri olan ‘Sallie Gardner’ın dört nala koşarken ayaklarının tellere çarpması ile tetiklenen makineler yardımıyla ardışık anlar kayda geçirildi. Elde edilen kareler daha sonra peşpeşe sıralanarak, atın dört ayağının birden yerden kesildiği o ‘çıplak gözle yakalanmaz’ an da şahitlere gösterilmiş oldu. Böylece, fotoğrafın kendisinden sonraki ikinci ‘gerçeklik devrimi’ olan hareketli görüntü de (motion pictures) hayatımıza girmiş oldu.
 
 
EDISON’IN İCADI
Lumiére biraderlerden önce bu işi başarmış biri daha vardı: Bugün daha çok ampulün ve gramofonun mucidi olarak andığımız meşhur Thomas Alva Edison… 
Ünlü mucit, Lumiére kardeşlerin sinemayı başlatan tarihi gösterilerinden iki yıl önce, 1893 yılında, ‘kinetoskop’ adını verdiği bir makine geliştirmişti. Kinetoskop, Lumiére biraderlerin geliştirdiği ve görüntüyü bir perdeye yansıtarak herkesin ‘birlikte’ izlemesine imkan sağlayan sinematograftan farklı olarak, insanlara kaydedilmiş görüntüyü ancak ‘tek tek’ izleme şansı veriyordu. İlki tarihin tozlu sayfalarına karışırken, ikincisinin yedinci sanata dönüşmesini sağlayan o ‘küçük’ fark da buydu muhtemelen.
 
 
İşte bu öncü çalışmalardan ilham ve cesaret alan Lumiére biraderler, sinematografı geliştirip Şubat 1895’te patentini aldıktan sonra, 28 Aralık 1895’te Paris’te ilk film gösterimini yaptılar. Bu tarih halen, sinema sanatının doğum günü olarak kabul ediliyor.
Lumiére’lerin icadı o kadar tuttu ve o kadar büyük bir heyecan yarattı ki, iki kardeş kariyerleri boyunca yaklaşık 2 bin kadar film çektiler. Bu filmleri sinematografla göstermek için de, Londra’dan New York’a kadar pek çok büyük şehri kapsayan bir dünya turuna çıktılar.
Sinema veya daha doğrusu ‘hareketli görüntü’ o kadar heyecan verici ve merak uyandıran bir yenilikti ki, insanlar izledikleri karşısında gözlerine inanamıyor, büyük şaşkınlık yaşıyorlardı. Öyle ki, Lumiére biraderlerin ilk film olan L'Arrivée d'un Train à la Ciotat’nın* (Bir Tren’in Gara Girişi) gösterimi sırasında, insanlar büyük bir panik yapmış, ‘trenin altında kalmamak için’ sağa sola kaçışmışlardı. Bu ilk gösteriyi izleyenler belki de çok şanslıdır, çünkü biz bugün bu heyecanı üç boyutlu filmlerde bile yaşayamıyoruz.
 
 
Bize bu olağanüstü sanatı kazandıran Lumiére biraderler, nispeten kısa süren film kariyerlerinden sonra, sinemanın geleceği olmadığına karar vererek aile meslekleri fotoğrafçılığa geri döndüler gerçi ama arkalarında neredeyse sınırsız bir potansiyel arz eden devrimci bir yenilik bıraktılar. Çok geçmeden bayrağı başkaları devraldı ve sinema kısa sürede, diğer tüm sanatları kat kat aşan bir popülariteye erişti. Böylece 20. yüzyıl biraz da ‘bir sinema asrı’ olarak yaşandı ve yedinci sanat hâlâ en güçlü popüler kültür endüstrilerinden biri olarak hükmünü icra etmeye devam ediyor.
Sinemanın neredeyse beş çeyrek asrı geride bıraktığı günümüzde, dönüp şu soruyu sormakta yarar var: Muybridge’in yaptığı işin film çekme amacı taşımadığını, deneysel bir çalışma olduğunu varsaysak bile, Thomas Alva Edison, Lumiére biraderlerin başardığı neyi başaramadı? Hareketli görüntü konusunda onlardan önce bir ‘makine’ geliştirmiş olmasına rağmen, neden sinemanın öncüsü veya mucidi sayılmıyor?
Yanıt muhtemelen ‘kinetoskop’ ile ‘sinematograf’ arasındaki o ‘küçük’ farkta yatıyor. İlki yalnızca kişisel izleme deneyimine imkan sağlarken, diğeri birlikte izlemenin, başka bir deyişle izlerken sosyalleşmenin sınırsız gücünün önünü açıyordu.
Bugünlerde di̇ji̇tal platformların kahir yükselişi ile, bireysel izlemenin değilse bile, bireysel izleme hissinin baskın hale geldiği bir medya atmosferine girmiş bulunuyoruz. Geleneksel mecralar olarak sinema ve televizyon, insanlara ‘ben bu içeriği milyonlarla birlikte izliyorum’ duygusunu yaşatırken, di̇ji̇tal platformlar böyle bir ortak deneyimi garanti edemiyor. 
 
 
İnsanlar platformlarda izledikleri bir diziden veya filmden bahsetmek istediklerinde, muhataplarının da izlediğinden emin olamıyorlar artık. Öyle ki, karşılarındakilere ‘İzledin mi?’ diye sorup teyit almadan sohbete girişmiyorlar pek. Bir dizi ya da filmin yaygın bir şekilde izlenip izlenmediği hakkında ancak sosyal medya paylaşımlarına bakarak ‘tahmin’ yürütebiliyorlar. Oysa televizyonun o şaşalı günlerinde, hele de kanal sayısının sınırlı olduğu zamanlarda, sohbetler herkesin dün gece ne izlediğinden emin olarak başlardı. Veya sinemada gösterime girmiş bir filmden hemen herkes bir şekilde haberdar olurdu.
Bu elbette, sinemanın altın çağına veya televizyonun parlak günlerine adanmış bir nostalji yazısı değil. Derdimiz, eski günleri yad etmek veya yeni teknolojilerden şikayet etmek de değil. Aksine di̇ji̇tal platformlar da dahil olmak üzere yeni medya teknolojileri, hayatımıza büyük bir kolaylık, esneklik ve çeşitlilik kazandırmış durumda. Aklı başında hiçbir medya tüketicisi bu konforu bir kenara bırakmak istemez. Ancak bir şeyler izleme isteğinin yalnızca bireysel ihtiyaçlarla ilgili olmadığını, aksine çok güçlü bir sosyal tarafının da olduğunu, insanların biraz da diğer insanlarla iletişim ve ilişki kurmak, yani sosyalleşmek üzere içerik tükettiklerini akıldan çıkarmamak lazım.
Televizyon ve sinema gibi ‘birlikte’, daha doğrusu ‘birliktelik hissi içinde’ tüketilen kitlesel mecraların yanı sıra geniş kesimlere hitap eden kitlesel markaların geleceği de bu sosyal ve vazgeçilmez ihtiyaçta yatıyor olabilir. Herkesin gözlerini tek başına ‘di̇ji̇tal kinetoskop’lara dayadığı bugünlerde, sinematografın ruhunu yaşatmaya devam edenler kazançlı çıkacak belki de…
Ya da şöyle diyelim: Lumiére biraderlerin yaptığını yapmayın, film daha yeni başlamışken sinemayı terk etmeyin!
*Film, adından da açıkça anlaşılabileceği gibi, bir trenin gara girişini gösteriyordu, görüntü bundan ibaretti.
 
Lorbi PR Altunizade Mah. Nuhkuyusu Cad., Güllübahçe Sok. Özeller İş Merkezi, No: 17/7 Kat: 3 Üsküdar / İstanbul Lorbi PR
  • Facebook
  • Twitter
  • Flickr
  • Youtube
  • Instagram
  • Linkedin
Lorbi PR
Tel. 0216 343 4546 info@lorbi.com
IDA ICCO
Derinev Kurumsal İletişim Danışmanlığı